postparalax

Orhan Cem Çetin, fotoğrafçı vs.

neler oluyor

with 5 comments

Sonunda daha fazla ertelememeye karar verdim.
Ben Orhan Cem Çetin‘im. Bunu aramalarda çıkar belki diye yazdım. Hayatta neler yaptığımı merak edenler var. Bunlardan biri de benim. Ucundan başlamak lazım, neler oluyor ben de bir göreyim dedim.

Birkaç yıl önce bir fotoğraf dergisinde “Geldim, Gördüm, Yerdim” adını verdiğim bir sürekli sayfaya başlamış ama ne tuhaftır ki, giriş yazısı ilk ve son yazı olmuştu. Tuhaflık, yazının içinde saklı olan, bu yazının arkasının gelmeyeceğine dair kehanetti. Okuyunca göreceksiniz. O yazı bugün buraya da uygun düşüyor gibi geldi bana; adeta verilmiş ama tutulamamış bir söz. Aşağıya yapıştırıyorum ve bu yeni mecramın bu kez kısa ömürlü olmayacağını düşünmek istiyorum:

İşte yine huzurum kaçtı. Yeni bir sayfa, yeni bir heyecan. Bir tür sahne, daha doğrusu sergi heyecanı. Hata yapma, sıkıcı olma, ilgi görmeme, kayıtsız kalınma korkusu.
Ortaokul yıllarında başımıza gelirdi; öğretmen konuşurken bir lafını espri olarak algılayıp, herkesin de öyle algıladığını sanıp aniden büyük ve özensiz bir kahkaha patlatırsın. Koca sınıfta tek haykıranın sen olduğunu farkedince de aynı hızla sessizleşip oturduğun yerde büzülür, kırmızı bir suratla devam edersin dersi izlemeye. İşte böyle bir duruma düşmekten, böyle bir huzursuzluktan, yersiz kahkahayı izleyen o sessiz gerilimin ortasında kalıvermekten söz ediyorum.
Doğrusu, bu huzursuz ruh hali içinde beni tek başıma bırakmayacağınızı düşünmek istiyorum. O halde buyurun yeni sayfamıza; izin verin sizi de kendim kadar tedirginleştireyim, kimi zaman kahkahalarıma, kimi zaman öfkeme ortak edeyim.
Evet, başlıyoruz.
Başlamak bitirmenin yarısıdır, derler. Bence başlamak bitirmenin ta kendisidir. Zira başlayan herşey, bitişle sonlanan mecraya kesin olarak girmiş bulunmaktadır. Bunu aklımıza pek getirmemeye calışıyoruz. Zira bu gerçek, doğumu, dünyaya gelmeyi de kapsıyor. Ama gel gör ki, ne kadar aklımızdan kovmaya çalışsak da, bu düşünce bizi ısrarla kemirip duruyor. Başlayan herşeyin (örneğin bu yazı; hatta, bu yazı dizisi) bir noktada biteceği bilgisi, tıpkı içinde yaşadığımız atmosfer gibi bizi sarıp sarmalıyor ve farketmesek de her bir hareketimizi etkiliyor.
Fotoğraf çekmek de bu hareketlerden biri. Düşünüyorum da, aslında bizler, yani fotoğraf çeken herkes, ama herkes, aslında kaybolup gideceğini, en azından gözden kaybolacağını düşündüğümüz, yokolacağını bildiğimiz şeyleri görüntülüyoruz. Bu çabanın korkarım hiçbir istisnası yok. Belki de zaten hepimizin bildiği birşeyi başka türlü söylüyorumdur. Ama yine de meseleye böyle bakmak beni hüzünlendiriyor. Üstelik, böyle bakınca varolan fotoğraflar da beni fazlasıyla hüzünlendiriyor. Bunun ne kadar zavallı bir çaba olduğunu aklıma getirmeden edemiyorum.
Fotoğraf konuşulmaya başlandığında, hemen herkes ölümsüzlükten, sonsuzluktan, anları ebedileştirmekten dem vuruyor. Bundan emin miyiz? Yoksa üstü kapalı bir “benden sonra tufan” anlayışı mı var?
Zaten “an” diye birşeyin olup olmadığı bile bence şüpheliyken, yani bunun soyut bir kavram olduğu bence kesin iken, anların kayıt altına alınması ve sonsuzlaştırılması iyiden iyiye abesle iştigal oluyor. Bence öncelikle bu nedenlerden ötürü, her birimizin fotoğraflarla kurduğumuz farklı türden ilişkilerimizi, şu ya da bu nedenle ürettiğimiz ya da izlediğimiz fotoğraflarla ilgili beklentilerimizi gözden geçirmemiz, gerekiyorsa bu alanlarda çok daha gerçekçi olmamız gerekiyor.
Tabii, gerçeğin ne olduğu hakkında bir fikrimiz ve bu fikre “gerçekten” ihtiyacımız varsa.
Sanırım bu sayfada yazacaklarımın nasıl bir platform üzerinde yer alacağı aşağı yukarı ortaya çıktı. Buna en çok da ben memnun oldum, zira yazıya başlarken, biteceğini kesin olarak bilmekle beraber nasıl biteceğini tabii ki tam olarak bilemiyordum.
Umarım sizi sıkmamış ama keyfinizi de kaçırabilmişimdir. Zira dünyayı her zaman huzursuz insanlar değiştirmiştir. Belki biz dünyayı değiştiremeyiz ama, kendi dünyamız için yapabileceğimiz bazı şeyler mutlaka vardır.

Written by Orhan Cem Çetin

01 Kasım 2010 01:16

5 Yanıt

Subscribe to comments with RSS.

  1. Blogunu şimdi keşfettim..Muhteşem bir keyif yazılarını okumak ve fotograflarını izlemek..New age serisi muhteşem..heyecanla yenilerini bekliyorum..sevgiler.ebrude

    ebru degirmenci

    18 Mart 2011 at 16:52

  2. Kaydetmek/Kaybetmek
    Kaydetmek kaybetmeyi kabul etmeyi, bunla halleşmeyi hatırlattığı için hep biraz hüzünlüdür. Ben bir kez hayatla bu rus ruletini oynamış ama sonunda kaybetmiştim… Anneannemin hastalıklarının artmaya başladığı o dönemde, -aklıma geldikçe yüreğimi sıkıştıran- onun fotoğraf/videosunu kaydetme fikrini bilerek hep erteledim. Sanki fotoğrafını çekmezsem iyileşecekti, çekersem ölebilirdi, gibi çocukca bir içgüdüyle onu yaşatmaya çalıştım. Zira fotoğrafını çekersem “tamam artık gidebilirsin elimde senden birşey var şimdi” deme cüreti göstermiş olmaktan korkuyordum. Pişman değilim. Biliyorum ki o da aynısını düşünecekti…Fotoğraflarını çekmemem gerçekten işe yaradı, iyileşti. Iyileştikten sonra da fotoğraf diyetime devam ettim. Onun ölümüne meydan okumaya hiç niyetim yoktu… Ama sonra bir çocuğun bile yapmayacağı büyük bir hata yapıp onu bırakıp başka bir ülkeye taşındım. İki ay geçmeden anneannem yine hastanelere düştü. Hayatla aynı oyunu oynamaya inatla devam ettim. Ölümü görmezden gelecektim. Koşarak onu görmeye gidersem ölümünü kabul etmiş olacaktım, gitmezsem o “daha ölmüyorum, telaşlanacak birşey yok henüz” diye düşünecekti. Bir kez daha “ölmesin” deyip tetiği çektim ve gItmedim!
    Kurşun bu sefer bir pazar sabahı saat beşte bir telefonla kalbime isabet etti. Birbirimizi göremeden ayrıldık.

    Aytac

    07 Kasım 2010 at 03:49

  3. Hoşgeldim:)

    Aytac

    01 Kasım 2010 at 13:53


Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: