Posts Tagged ‘Bedava Gergedan’
Fotoğraf Mutluluk Vaadidir

1992-2002 yılları arasında İstanbul’da 2 ayda bir yayımlanan tematik Hayalet Gemi dergisinin 1995 tarihli Haz sayısında Sol Elim başlığıyla yer alan yukarıdaki çalışmamın şöyle yorumlanacağını umuyordum:
Birinci sıradaki hazzım bir fotoğraf meydana getirmek, ikinci sıradaki hazzım ise bir fotoğrafta görünmektir.
Bugün hâlâ aynısını söyleyebilir miyim bilmiyorum. Fotoğraf meydana getirmek, belki, ama artık fotoğraflarda görünme heveslisi değilim pek. Ne de olsa 25 yıl daha çirkinim ve bunu kendime hatırlatmasam daha iyi olur.
Fotoğraf yapmayı neden bu kadar çok seviyorum? Bunu çok düşündüm, kendimi ve fotoğraf yapan başkalarını izledim, temelde yer alan altın dürtüyü tanımlamaya çalıştım. Neden ve nelerin fotoğrafını çekeriz? Bu çabayı saplantı haline getirebilen o evrensel ve bir türlü tatmin edilemeyen ihtiyaç nedir?
Sonunda şöyle bir akıl yolundan yürüdüm: Nelerin fotoğrafını çekiyoruz? Neden şunun değil de bunun, neden az önce değil de şimdi? Neleri dahil ediyor, neleri çerçevenin diğer tarafında bırakıyoruz?
Ve şu ana kadar bulabildiğim en iyi yanıt, “Gözden kaybolacağı kesin görünen şeylerin fotoğrafını çekiyoruz,” oldu.
Bu yanıt kendi içinde bazı sorunlar barındırıyor, farkındayım. Her şeyden önce, hangi gözden bahsediyoruz? Görünüş dediğimiz olgunun eşyaya değil bakışa ait, eşyanın değil bakışın ürünü olduğunu hatırlayalım öncelikle. Yani görünüş, şeylerin varoluşlarından kaynaklanan, onların içkin ve bir bakan olmasa da orada bulunan bir özelliği değildir. Bakış yoksa, görünüş de yoktur.
O halde gözden kaybolma, aslında bakışın ortadan kalkması değil midir? Belki de üretilen fotoğraflar görünüşleri değil, bakışları koruyor, bu görevi etten mamul kusurlu hafızamıza bırakmayıp eski bakışları tekrar tekrar algı kapılarımıza taşıyor.
Bugüne kadar daha iyisini bulamadığım yukarıdaki önermemin başka bir sorunu da, aslına bakarsanız her şeyin, ama her şeyin bir noktada gözden kaybolacağı, yani bakışın hatta toptan algının ortadan kalkacağı gerçeği. Ama bunu çoğu kez yaptığımız gibi şimdi de “göz ardı” edebiliriz. Aksi halde, her şey gözden kaybolacaksa, her şeyin, beyhude, hiç durmadan fotoğrafını çekiyor olmamız gerekir.
Hayalet Gemi dergisinin başka bir sayısındaki (S.53 Mart-Nisan 2000) işimin giriş bölümünde şöyle söylemiştim: “Göz uçarıdır, bakış pisboğazdır.” Her an görüyor ve kaydediyoruz. Ama onca abur cuburun içinden yalnızca bazılarını hatırlamak istiyoruz. Aksi takdirde havsalamız yetersiz kalır, sadece geçmişte yaşar olur, zihnimiz bir çöp ev gibi, biriktirmekten kullanılamaz hale gelmiş bir yığın hasarlı ve kokuşmuş ıvır zıvırla dolup taşar.
Fotoğraf çekmek işte burada devreye giriyor. Aklın uçuculuğunun (hafıza-i beşer nisyan ile maluldür) pekala farkında olan bizler, muhtelif andaçlar üretip onlara hatıralar iliştiriyoruz. Öyle ki, akıldaki kayıt silikleşip yok olduğunda, andaç küstahça öne çıkıp bize canı ne istiyorsa onu anlatıyor.
Hoş, şikayetçi miyiz? Tabii ki hayır. Kim geçmişi tüm çıplaklığıyla, tüm yakıcılığıyla -hatırlatmak isteyen çıkabilir de- hatırlamak ister ki?
O halde önermeyi biraz daha rafine edelim: “Gözden kaybolacağı kesin görünen şeylerin arasından, özleyeceklerimizin fotoğrafını çekiyoruz.”
Bu durumda, fotoğraflar geçmişte yaşanmış -ya da yaşanmış olduğunu düşünmek hoşumuza giden- türlü hazların andaçları haline geliyor, sarih ve sahih olmaları da gerekmeden.
Kaldı ki, geçmiş geleceğin kaidesi olduğundan bu andaçlar, benzer hazları geviş getirir gibi tekrar tekrar yaşayacağımızın teminatı olarak saklanıyor, kimi zaman da gerçek yaşanmışlıklardan tümüyle koparak Edmund Burke’nin ünlü sözünden mülhem (Güzellik, mutluluk vaadidir), birer otonom mutluluk vaadine dönüşüyor.
Bunun en iyi örneklerinden biri, hayal mahsulü olmakla beraber, Metin Erksan’ın -yapım süreci de sürükleyici bir öykü olan- Sevmek Zamanı filmidir.

Filmin baş karakteri Halil (Müşfik Kenter), girdiği bir evde tesadüfen karşısına çıkan devasa boyutlardaki fotoğrafa, bir genç kadın portresine aşık olur, ona saplantılı bir şekilde bağlanır ve bilahare tanıştığı kadının kendisini bu uğurda katı bir kararlılıkla reddeder. Zira fotoğrafın vaat ettiği hayali mutluluk, kanlı canlı bir insan, dolayısıyla irrasyonel ve kötü sürprizlere gebe Meral’in (Sema Özcan) verebileceklerinden çok daha tutarlı, uzun ömürlü ve kesindir.
Hatıra fotoğraflarıyla kurduğumuz ilişkiyi bundan daha iyi özetleyebilecek bir başka öykü şimdilik aklıma gelmiyor. Ama öykülerle değil hakikatle ilgileniyorum derseniz, fotoğrafın yani suretin esas şeyle yer değiştirdiği sayısız örnek verebilirim, çoğu da yine portre olmak üzere. İrili ufaklı. Yüksek duvarlardan sürekli bizi dikizleyip denetleyen, göz teması kuramadığımız liderler mi istersiniz, cenazelerde en önde taşınan mevtanın iyi halini mi, cüzdanlarda istiflenen eprimiş vesikalıkları mı. Her defasında hayal gerçeğe galebe çalıyor.
Belki şunu da söylemek mümkün: Gelecek zaten henüz gelmediği ve şimdi ise zaptedilemez olduğu için, elimizde her daim sadece ve sadece geçmiş var. Yani hatırlananlar. Yani geçmişe dair fikirler.
Fikirlerin sinsice değişken olduğunu bilmeyenimiz var mı? Hatıraları eğip büküyor, traşlıyor, kolajlar yapıyor, allayıp pulluyoruz; intihal bile yapıyoruz. Hal böyle olunca, geçmişe dair öykümüzü sabitlemeye ihtiyaç duyuyor, bir “bütün zamanların en iyileri” seçkisi derliyor, seçkiye sokmadıklarımızı kendimize unutturuyoruz. Hafıza ve huzur arasında işte böyle hassas bir tahterevalli ilişkisi var. Ortalama bir hayat sürüyorsanız, acılarınız, pişmanlıklarınız bol olacaktır. Bunların ne kadar çoğunu hatırlarsanız o kadar da huzursuz olursunuz. Bu yüzden andaçların, yani hatıra fotoğraflarının dikkatle seçilmesi, özenle sıralanması elzemdir. Gel gelelim bu seçkiler, hiç durmadan yer değiştiren, kendisi yerinde duramayan bir otobüs durağı misali, sabit olmaları gerekirken bilerek ya da bilmeyerek kurgu değiştirebiliyorlar. Christopher Nolan’ın Memento filminde hafızası sadece son 15 dakikayı kaydedebilen kahramanın Polaroid fotoğrafları protez hafıza olarak kullanması ve fotoğrafların sırası karışınca değişen geçmiş kurgusunda olduğu gibi. Böyle bir karışıklığın sonucunda takdir edersiniz ki, geçmiş ile şimdi arasındaki sebep-sonuç ilişkisi hayli sorunlu oluyor, olay örgüsü bir felaketler silsilesine dönüşebiliyor.
Ya da geçmiş tümden siliniverse? Temiz, taze bir başlangıç olasılığı daha ferah, daha iyi değil mi? Ernest Hemingway, 1961 yılında alnına dayadığı çift namlulu av tüfeği ile intihar etmeden kısa süre önce depresyon ve alkolizm şikayetleri nedeniyle elektroşok (elektrokonvülsif terapi) seanslarına maruz bırakılmıştı. Nobel ödüllü yazar, gezgin ve maceraperest Hemingway’in, tedavinin etkisiyle hafızasında boşluklar oluştuğunu farkettiğinde, “Sermayem olan hafızam silindikten sonra benden geriye ne kalıyor? Tedavi güzel ama hasta kaybediliyor!” dediği rivayet edilir. Kısacası, hatırladıklarımızdan ibaretiz; hatırladıklarımızı yaşamış olsak da olmasak da.
Bugün artık arzulanan suretin gerçekle yer değiştirerek hayatımızı istila ettiği bir simülasyon dünyasında (ya da dünya simülasyonunda) yaşadığımız aşikar. Toplu iletişim araçları ve güya pek demokratik olan internet, reklam gelirleri ile sübvanse ediliyor. İlan panolarında, web sitelerinin orasında burasında, popüler TV dizilerinin en meraklı noktalarında, yani bilincimizin en açık, en iştahlı olduğu anlarda reklam fotoğrafları ve videoları gözlerimize boca ediliyor. Sürekli dans edip şarkılar söyleyerek anlamsız ürünlere hiç tükenmeyen paralarını harcayan güzel insanlar ülkesinde hiç mi mutsuzluk yaşanmıyor? Yaşanıyor elbette ama ne gam; saniyeler içinde sorun çözülüyor, şarkılar, türküler, güleç yüzler geri geliyor. Ütopyada sadece ölümün çaresi yok, o da ölen için. Yoksa, bizim için o asla ölmedi, fotoğraflarda yaşıyor.
Orhan Cem Çetin
Ekim 2020
Bu metnin yazılmasına müstakbel kitabı ile vesile olan Tarhan Gürhan’a teşekkürlerimi sunuyorum.
Bugün yapılacak işler
Bugün benim doğum günüm
Bugün bir doğum günü armağanı oldurulacak
Kalıcı bir armağan
Erkenden kalkılacak
Kapı açılmayacak, telefonlara cevap verilmeyecek
Evdeki malzemeyle yetinilecek
Kendime hiç kızılmayacak, doğum günü çocuğu olduğum akılda tutulacak
Pasta şart
Şöyle, bulaşıcı bir pasta
Gün sonunda TV ekranını kaplamış olacak
Aralardan Cine-5 seyredilecek
Tüm çorapların burunları kesilecek
Şu burun öteki çorabın olsa nasıl dururdu diye bakılacak
Sonra hepsi çöpe atılacak
Çöp torbaları yetecek mi acaba diye düşünülecek
Sıra saçlara gelecek
Saçlar evin herhangi bir yerinde kırpık kırpık kesilecek
Aynaya bakılacak
Aynaya pasta sürülecek
Ayna çöpe atılacak
Makas da çöpe atılacak
Kafa da çöpe atılıyormuş gibi yapılıp çöpün içinde gülünecek
Yeni Nike ayakkabılar mikrodalga fırında kızartılıp koklanacak
Evdeki tüm kalemler biraraya getirilip bulaşık makinesine doldurulacak
Deterjan gözüne eriyen aspirin konulup kalemler yıkanacak
Sonra hepsi çöpe atılacak
Buzdolabındaki tüm kavanozlar çöpe boşaltılacak
Boş kavanozlardan ve şişelerden sokak kapısının dibinde kule yapılacak
Ocağa makarna suyu konulacak
Onun adı makarna suyu kalacak
Makarna suyundan neskafe yapılacak
Neskafenin yarısı içilip kalanı önce kafaya sonra çöpe dökülecek
Kafaya neskafa adı verilecek
Neskafaya pasta sürülecek
Ne kadar temizlik malzemesi varsa, diş macunu da dahil olmak üzere çöpe atılacak / dökülecek / boşaltılacak
Bakkala telefon edilip 15 – 20 milyonluk bir sipariş verilecek ama çırağa kapı açılmayacak, göz deliğinden bakılmayacak
Çöp salonun ortasına boşaltılacak
Çöpün üstüne oturulacak
Kıç sağa sola sallanarak iyice yerleşilecek
Pantolon çıkartılıp çöp yığınına atılacak
Elektrik süpürgesiyle çöp çekilebildiği kadar çekilecek, artık çekilemediği yerde bırakılacak ama makine çalışmaya devam edecek
Saç kurutma makinesi de çalıştırılıp elektrik süpürgesinin yanına konulacak arkadaş olarak
Ara sıra gelinip bu listeye bakılacak
Listeye pasta sürülecek
İçki içilebilir ama kesinlikle sarhoş olunmayacak
Bir miktar içki kafaya dökülecek
Çöpteki ayna bulunup bakılacak
Ayna tekrar yerine koyulacak
Ayakkabılar bulundukları yerlere beton çivisiyle veya japon tutkalıyla tutturulacak
Ayaktaki ayakkabı dahil
Kendi kendine yastık kavgası yapılacak
Kavga bittiğinde uzun süredir aranmamış bir arkadaşa telefon edilecek, ona Guatemala’nın uluslararası erişim kodu sorulacak.
En az yirmi kişiye daha telefon edilip aynı soru sorulacak
Radyoda canlı telefon bağlantısı olan bir istasyon bulunup aranacak, soru oraya da sorulacak
Sorunun yanıtı 118’den öğrenilecek
Pastayla duvara yazılacak
Telefon ve radyo çöpe atılacak
Kapının önündeki kavanoz kulesi yere devrilecek
Kavanozlar kırılırsa bugünün anısına kırıkların üstünde yürünecek
Kavanozlar kırılmazsa çekiçle kırılacak ve bugünün anısına kırıkların üstünde yürünecek
Yangın çıkartılacak
Telefon çöpten çıkartılıp itfaiye aranacak
İtfaiyeye yanlış adres verilecek