Posts Tagged ‘Fırat Arapoğlu’
Bu siteye erişim engellenmiştir.
Bugün, tam 20 yıl aradan sonra, -üşenmeyip hesapladım- hayatımda dördüncü kez hakim karşısına çıktım.
Kapısından içeri girdiğim her adliye binası, bir öncekinden katbekat büyüktü, bunu farkettim.
Ama bu defa, hayatım boyunca içinde bulunduğum en büyük, en görkemli devlet kurumunda, Çağlayan Adalet Sarayı’ndaydım. Bina o kadar büyüktü ki, “kör adalet / gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” manasındaki, elinde terazi tutan gözü bağlı kadın heykelinden, girişteki basamakların yanlarına bir değil iki tane dikmek zorunda kalmışlardı.
Bir ülkenin en büyük binalarından birinin adliye binası olması beni hayli tedirgin etti. Meğer ne kadar şikayetçiymişiz birbirimizden.
Neden oradaydım? 20 Mayıs tarihinde sonlanan, katılan sanatçılar arasında benim de bulunduğum Müze İçinde Bir Müze sergisinden daha önce söz etmiştim. Sergideki en sert ve dolayısıyla belki de serginin önermesine en yakın işi yapan Elif Öner, geçtiğimiz günlerde imza karşılığı teslim edilen sevimsiz bir sarı zarf yoluyla, Elgiz tarafından mahkemeye verildiğini öğrenmişti. Sergide bir dizüstü bilgisayar ekranında izlenen, elgizmuseum.com ve proje4l.com adresli, web sitesi formatındaki işin zorla kapatılması söz konusuydu. Bunun bir heykelin yıkılması, bir kitabın tüm kopyalarının yakılması, bir resmin yırtılıp yok edilmesinden farksız olduğunu hatırlatma ihtiyacını hissediyorum.
Bugün arka sırada sessizce izlediğim duruşmanın konusu işte buydu.
Sergimizin temel nedeni, sanatçı-koleksiyoner-müze-para-vs ilişkilerinin sorunlu alanlarını, dinamiklerini deşifre etmek, açığa çıkartmaktı. Elgiz ile çatışmalar serginin açıldığı anda başgöstermiş ve hem basına hem de sosyal mecraya yansımıştı. Sergiyi neden geriye çekmediğimizi soran çok oldu. Sergiyi geri çekmedik, zira yukarıda özetlediğim gibi bu bir sergi olmanın ötesinde bir etkileşimdi ve bizler sergimizden gayet memnunduk; süreci sonuna kadar yaşamak niyetindeydik.
Bugün tanık olduğum duruşma da bana kalırsa sergi sürecinin en kritik aşamalarından biriydi. Sergiyi küratör Fırat Arapoğlu dahil olmak üzere 13 kişi biraraya gelerek gerçekleştirmiştik. İşler takvim gereği salondan kaldırılmış olsa da çatışma sürüyordu. Gel gelelim, bugün sergiyi yapan gruptan Elif Öner (haliyle), Çağrı Saray ve bendeniz dışında kimse ortalıkta yoktu. Açılışa gelip de mahkemeye gelmeyen arkadaşlarımı, ne yapayım, açıkça yadırgıyorum. Sergiyle ilgisi olmayan, buna karşın davanın önemini ve Elif’in ruh halini kavramış olan bir avuç sanatçı arkadaşı ve bir basın mensubu ile birlikte yine de sıraları doldurduk ve galiba çok iyi yaptık.
Dava, sözde haksızca edinilmiş bir web adresinden Elgiz’in marka itibarını zedeleyen çokafadersiniz ayıp içerik sunan Elif’e karşı açılmış, ticari itibar/menfaat tecavüzü odaklı, özetle ahlak referanslı “ticari” bir davaydı.
Elif’in bir başka Elif olan avukatı, söz konusu web içeriğinin bir buçuk ay boyunca Elgiz tarafından müze mekanında sergilendiğini, bilirkişi raporunda Elgiz markalı herhangi bir ürün tanıtımı ve satış yapılmadığının belirtilmiş olduğunu anlatarak davacı tarafın kendileriyle çeliştiklerini ortaya koydu, işin bir sanat eseri olduğunu hatırlattı. Kaldı ki, Elgiz koleksiyonunda Gilbert&George, Nan Goldin, Tracy Emin gibi marjinal sanatçıların işlerinin bulunduğunu ve aynı mekanda sergilendiklerini hatırlamalıyız.
Buna karşın hakim, bir sonraki celseye kadar tedbir mahiyetinde, Elif’in söz konusu sitelerine Türkiye’den erişimin engellenmesine karar verdi. Belli ki biraz daha düşünülecek, biraz daha görüş alınacak ve ikinci celsede kesin karar verilecek.
Ben, bu kadarının bile bir skandal olduğunu ve örnek oluşturacak bu davaya sanat çevrelerinin daha fazla ilgi göstermesi gerektiğini düşünüyorum.
Müze İçinde Bir Müze // Museum Inside a Museum
Nisan 2012 ayında, küratör Fırat Arapoğlu’nun biraraya getirdiği sıradışı bir sergi ile bu kez Proje4L/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi‘nde karşınızdayız.
5 Nisan – 20 Mayıs tarihleri arasında Proje4L/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi koleksiyon seçkisinde bir yenilik ile sanatseverleri karşılıyor: sürekli sergi ve değişen sergilerin yapılacağı alanda bir bölümleme. Sürekli sergi alanında Elgiz Koleksiyonu’un olmazsa olmazları sergilenirken, geçici sergi alanında yakın dönem alımları sergileniyor.
Eşzamanlı olarak da, küratör Fırat Arapoğlu Müze İçinde Bir “Müze” sergisi kapsamında; Ali İbrahim Öcal, Alper İnce, anti-pop, Çağrı Saray, Eda Gecikmez, Elif Öner, Hülya Özdemir, İnsel İnal, Mehmet Çeper, Orhan Cem Çetin, Özlem Şimşek ve Rafet Arslan’ın yaklaşımlarıyla “müze” kavramını sorguluyor.
Çağdaş sanatta müzelerin, galerilerin, koleksiyonerlerin, sanatçıların ve yapıtların sayısında artan bir ivme ile karşı karşıyayız. Neo-liberal ekonomi ve küreselleşmenin egemen olduğu bu süreç, İstanbul’un bir kent markası olarak planlanması, küresel bazda bir çekim gücü oluşturması ve sermaye akışını bölgeye yönlendirme amaçları bağlamında, sembolik sermayenin meşruiyet olgusunu gündeme getiriyor.
Tüm bu dizgenin bombardımanına karşı nasıl bir strateji ile konu sorunsallaştırılabilir? İşte Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki “Müze İçinde bir “Müze”” etkinliği tüm bu sürece dair sorgulama alanlarını ele alıyor.
Basın duyurusu yaklaşık olarak böyle. Sermaye ile sanatın ilişkisi hayli gecikmeli olarak ülkemizde de tartışılır oldu. En muhalif işlerin bile en iyi deterjan olan para ile yıkanarak ehlileştirildiği evrensel sanat piyasasına ben de bu vesile ile, dünyanın en fazla çoğaltılmış / dönüştürülmüş fotoğrafına (Korda’ya saygıyla selam çakarak) yerel bir dokunuşla yorum getirmek istedim. Hayırlı olsun.
Fırat Arapoğlu: Bireysel/Toplumsal Yeni Bir Çağ Üzerine Okumalar: Orhan Cem Çetin’in Son Fotoğraf Serisi “Yeni Çağ” Üzerine
Sergi sonunda açıldı. Yaptıklarıma ilgi göstererek bana hayat katan herkese çok teşekkür ederim. Sevgili Fırat Arapoğlu, Yeni Çağ serisi hakkında bir sunuş metni kaleme aldı. Aşağıda bulabilirsiniz.
Please scroll down to find an introductory text about my new series New Age, (on show till 7th Jan at Sanatorium Gallery) kindly written by Fırat Arapoğlu.
Bireysel/Toplumsal Yeni Bir Çağ Üzerine Okumalar: Orhan Cem Çetin’in Son Fotoğraf Serisi “Yeni Çağ” Üzerine
Fırat Arapoğlu
Orhan Cem Çetin’in Tarihi Haydarpaşı Garı’nda geçen yılın 28 Kasım’ında saat 15:00’te çıkan yangın ertesi çektiği fotoğraf, nesnel gerçekliğe dair bir “belge” niteliğini taşıması noktasında önemli bir konumu temsil etmekte. Zira bilindiği gibi toplumsal bellek aktarımında fotoğraf çok daha etkili ve bir “katharsis” etkisi yaratma niteliği de buna olanak sağlamakta. Orhan Cem Çetin’in o duyarlı kalemiyle anımsattığı gibi bu yangın ve yaratıcıları unutulmayacaktır ve bunu sağlayan da bizatihi fotoğrafın kendisi olacaktır.
Sanatçı son serisi “Yeni Çağ”da, daha önceki yönelimlerinin aksine, üzerinde hiçbir manipülasyonda bulunmadığı çekimlerini sergilemekte. Bu spontane çekimler, Roland Barthes’ın fotoğrafta sonsuza dek kopyalanan şeyin, yalnızca bir kere olduğunu tespit etmesine referans verirken, Orhan Cem Çetin’in “Bedava Gergedan” kitabında bir yerde belirttiği gibi “Kaynak belirtilerek dahi tekrarlanması mümkün değildir” hatırlatmasını akıllara getirir.
Türkiye [Cumhuriyeti], bugünde gayet rahatlıkla tespit edilebildiği gibi, liberalizm ve devletçilik; Doğu ve Batı ikilemleri ekseninde ortaya çıkan bir dönüşüm yaşamaktadır. Ne var ki, yukarıda bahsettiğim şekilde bir “belge” sunumunun – bu belgeye “tarihi” belge özelliği yapıştırılmamalı, “estetik” bir buluta sarılı bir epistemolojiden bahsetmekteyim – bu coğrafyada gözlemlenen ikilemlerin her iki tarafını da göstermesi gerekmektedir. İşte bu noktada örneğin Orhan Cem Çetin’in bir fotoğrafında deforme bir duvarın üzerinde Osmanlı Arması görülebilir, böylece [kültür] ele alınırken, sınıfsal katmanlar sezilebilmektedir.
Bu oximoronik sunumların varlığı bu serinin diğer işlerinde de netlikle görülmektedir; Karaköy sokaklarında alt katında, batı kültürüne ait kitsch hediyelik eşyaların satıldığı bir dükkanın üst katlarının virane görüntüsü, Atatürk Kültür Merkezi içerisindeki salonda tespit edilebilecek eski/yeni dönüşümleri, sadece basit bir “zamansal” çizgiyi değil, kentsel dönüşüm, popülist politika değişimleri gibi birçok noktaya dair açık yapıt okumalarına uzanmaktadır. Bu da sanatçının bu serisindeki fotoğraflarda rastladığımız bir noktaya götürebilir bizi: Fotoğraflardaki simgelerle, simgelerin işaret ettikleri farklılaşabilmektedir. Yanmış bir minibüsün bir modern kent silueti önündeki görüntüsü sentagmatik değil de, Çetin’in fotoğraflarındaki – hem de spontane çekimler olmasına rağmen – paradigmatik dönüşümleri işaret edebilmektedir.
Orhan Cem Çetin’in bu son serisinde fotoğraflar için şu tespit rahatlıkla yapılabilir: Bu fotoğraflar toplumun her gün yaşadığı, bireylerin simgeleriyle her an karşılaştıkları, yaşamlarının çeşitli cephelerinde aşina oldukları bir durumu göstermektedir. Bunun fotoğraflardaki yansıması, sanat tarihinde bir olgu/nesnenin varolduğu bağlamdan soyutlanarak “estetik” bir bağlam içerisinde – burada, fotoğrafta – dondurulmasıdır. Bu tip bir Brechtien “yabancılaşma” efekti – ki fotoğraflarda hiçbir manipülasyon olmadığı düşünüldüğünde – Türkiye toplumu içindeki “mizahın” daimi varlığını bize düşündürmektedir. Rasyonel sınırlar içerisinde koşulların varolmadığı bir durumda anında üretilen yeni bir işlevsellik üretmek – Lévi-Strauss’un “bricolage” kavramı düşünüldüğünde -, ekonomik ya da verili bir sistemden hareket etmeden, günlük yaşam pratikleri içerisinde sunulan çözümleri temsil etmektedir. İşte Halfeti’de tarihi bir duvarın boşluğu içerisinde sığdırılan sandalyelerin görüntüleri bu çözümleme ışığında okunabilir kanaatindeyim.
Cem’in – müsaadenizle burada biraz samimiyetimizi vurgulamak isterim – üretimlerinde sürekli gözlemlediğim noktalardan birisi manipüle edilmiş olsun ya da olmasın temsilini sunduğu olguya dair bir düşünceyi tepeden dayatmaması. İşte onu minimal, ama maksimum oranda ironinin ele alındığı bir yapıya ulaştıran, devrimci bir duruştur bu. Bu son “Yeni Çağ” serisinde gözlemlenen kültürel çoğulculuk ve imgeler arasındaki gerilim kanımca demokrasinin yeşereceği dinamizmi simgelemekte. Ahmet İnsel’in anımsattığı gibi “çatışma”, toplumun çoğulluğunun korunmasının ve toplumun ufkunun açık kalmasının önkoşulu. Eğer bu “ufuk” olmazsa, o zaman önlerinde uzanan eşsiz ve engin manzarada yere bakan insanları görmekteyiz veya sahneyi çeken cihazı çeken bir cihaz gibi “ironinin ironisine” uzanmaktayız. Öte yandan son olarak sanatçının sadece coğrafya üzerinden değil, biyoloji ve beden politikalarını da – post-modernizm bu kısmın “biyolojik” yanını genelde es geçer – içermesi ve bu bağlamda, ameliyat görüntüleri üzerinden kodlayarak, tıbbı “bedenin hack’lenmesi” olarak görmesi, bana tarihin yeniden inşası konusunu hatırlatmakta. Tarihi yeniden yapmak mümkün değildir elbet, eğer tarih bir “hikaye” değilse!
Tüm bunların ışığında Çetin’in bu son serisini alkışlamaya hazır olmalıyız: Nedeni gayet açık, Orhan Cem Çetin bu seride bizleri çekiyor, alkışladığımız aslında biziz. Öte yandan onun şahit olduğu bu sahneleri yalnızca o yargılayabilir, çünkü bizatihi o “an” içerisinde kendisi var. Ne var ki; bu serginin varoluş amacı gibi, şunu da unutmamalı: Sanatçının kendisi bu durum hakkında yargı yürütebilecek en son kişi!
Readings Concerning an Individual/Social New Age: On Orhan Cem Çetin’s Last Photography Series “New Age”
Fırat Arapoğlu
The photograph taken by Orhan Cem Çetin following the fire at the Historical Haydarpaşa Train Station on 28 November 2010 which broke out at 03:00 pm presents an important position in the sense of having the characteristic of a “document” concerning objective reality. Yet, as known, photography is much more influential in terms of social memory transmission and its characteristic of creating a “catharsis” enables this. As Orhan Cem Çetin reminds with his sensitive pen, this fire and its creators will not be forgotten and this will be assured by the photograph per se.
In his last series “New Age”, the artist exhibits his photo shoots which he did not subject to manipulation in contrast to his earlier tendencies. As these candid shots give reference to Roland Barthes’s statement that what is endlessly copied in photography has in fact happened only once, they bring to mind the reminder phrase “It is not possible to repeat even by indicating the source” as Orhan Cem Çetin has stated somewhere in his book “Bedava Gergedan” (“Rhino for Free”).
[The Republic of] Turkey, as it can be identified quite easily, experiences a transformation emerging in the axis of the dilemmas concerning liberalism and etatism as well as East and West. However, a “document” presentation as I have mentioned above – a “historical” characteristic should not be adhered to this document; I refer to an epistemology surrounded by an “aesthetic” cloud – shall display both sides of the dilemmas observed in this geography. At this point, an Ottoman coat of arms might be seen on a deformed wall in one of Orhan Cem Çetin’s photographs, thus the social strata can be perceived while dealing with culture.
The existence of these oxymoronic presentations are also clearly revealed in the other works of this series: the desolated image of a shop in the streets of Karaköy where kitsch souvenirs belonging to Western culture are sold in its ground floor as well as the old/new transformations to be located inside the foyer of the Atatürk Cultural Centre do not only indicate a “temporal” line but also extend to open work readings concerning many points such as urban transformation and populist policy changes. This might lead us to a subject to come upon in the photographs of this series: the symbols in the photographs and what they indicate might differ. The image of a burnt minibus in front of a modern city silhouette might indicate paradigmatic transformations in Çetin’s photographs – although they are candid shots – instead of syntagmatic transformations.
The following statement can be easily made concerning the photographs of Orhan Cem Çetin’s last series: these photographs display a situation experienced by the society every day where individuals come upon its symbols at any moment and which they are familiar with in every aspect of their lives. Its reflection on the photographs is the freezing of a phenomenon/object within an “aesthetic” context – here within the photograph – isolated from its existing context in art history. This sort of Brechtien “alienation” effect – considering that there are no manipulations in the photographs – makes us reflect on the permanent existence of “humour” within the society. Producing a new functionality produced immediately in a circumstance where there are no conditions existing within rational borders – when considering Lévi Strauss’s notion of “bricolage” – represents solutions offered within daily life practices without starting off from an economic or a given system. Thus, in my opinion, the image of chairs tucked inside a historical wall cavity in Halfeti can be read in the light of this analysis.
One of the points I am constantly observing in Cem’s works – if you will excuse me I would like to emphasize our closeness here – is that he does not impose an idea from above concerning the phenomenon of which representation he presents, be it manipulated or not. And this is a revolutionary stance conveying him to a minimal structure which, however, deals with irony at a maximum level. In my opinion, the cultural pluralism and tension between the images observed in this “New Age” series symbolizes the dynamism in which democracy will flourish. As Ahmet İnsel reminds us, “conflict” is the precondition for protecting the pluralism of the society and keeping its horizon open. If this “horizon” does not exist, we see people looking at the ground in a unique and vast scenery stretching out in front of them or reach toward the “irony of irony” like a device shooting the device shooting the scene. On the other hand, finally, that the artist does not only include geography but also policies of biology and body – postmodernism generally skips the “biological” side of this part – and, in this context, regards medicine as “hacking the body” by codifying them via surgery images, reminds me of the reconstruction of history. Certainly, it is not possible to remake history, if history is not a “story”!
In the light of all this, we shall be prepared to applaud Çetin’s last series. The reason is quite clear: in this series Orhan Cem Çetin shoots us; it is us that we applaud. On the other hand, only he can judge the scenes that he has witnessed for it is actually him who is inside that “moment” in person. However, just as the aim of this exhibition’s existence, one should also not forget this: The artist himself is the last person who can make a judgement on this matter!
Translated by Güher Gürmen
Re/DeJenerasyon
Rejenerasyon… Bir canlıda gerçekleşen doku kaybı sonrasında, aynı cinsten ve aynı değerden hücrelerin çoğalarak eksilen hücrelerin yerini doldurması. Elbette bu tanımlama şunu da işaret etmekte: Rejeneratif bir süreç, dejeneratif bir sürecin sonucudur. Tıptan bilgisayar yazılımlarına, kentsel dönüşümden ekolojiye ve bilimden teolojiye çok geniş bir yelpazede ele alınan bu konu dahilinde olay şu şekilde gelişir: Önce yapı, bir bozulma ve yıpranma dönemine girer, fakat tam bu anda içindeki bazı negatif unsurları bünyesinden atmaya başlar. Eğer bu süreç başarılı olursa “yeni” oluşum dejenere dokunun içerisine yerleşir ve dejenerasyon–rejenerasyon döngüsü sağlanmış olur.
Rejeneratif süreç bu bağlamda sanatta çoklu okumalara açıktır: Sanat tarihi “sınırları ihlal etmenin” tarihiyse eğer; o zaman sürekli ele alınan bir tema ekseninde üretilen çalışmaların, aslında tam da konuyu dejenere ettikleri, bozdukları iddia edilebilir mi? Sanat, bazı imgeleri yozlaştırır mı? Bunun sonucunda o yapı bozulur/yozlaşır, fakat bunun aksine dejenere bir süreç dahilinde sisteme yeni bir önermeyle enjekte edilerek rejenerasyon sürecine girer mi? Peki eğer sisteme referans verilmeyen bir ironik kayıtsızlık hali sürdürülürse, yapı asla kendisini yenileyememe durumuna girerek “kendi yıkımının” bir parçasını da kendi içinde taşımaz mı?
Bu sorgulamalar ekseninde Yeni Anıt, Elif Çelebi, Orhan Cem Çetin, İnsel İnal, Ferhat Özgür Çağrı Saray ve Rıfat Şahiner ; Fırat Arapoğlu küratörlüğünde “ Re/DeJenerasyon” sergisinde 4-17 Mayıs 2011 tarihleri arasında Sanatorium’da sanatseverlerle buluşacak. Etkinlik dahilinde 10 Mayıs saat 17:00’de moderatörlüğünü Can Ertaş’ın yapacağı, bir proje olarak Yeni Anıt ekseninde Ferhat Satıcı’nın “Doppler Etkisi: 2010 Offspace Odyssey” başlıklı konuşması ve 14 Mayıs saat 17:00’de moderatörlüğünü Guido Casaretto’nun üstleneceği sanatçı Orhan Cem Çetin’in “Konuşma, İş Yapıyorum” adlı performans ve konuşması gerçekleştirilecek.
Re/DeGeneration
Regeneration… The replacement of decaying cells by multiplying cells by the same kind and the same value after the tissue loss in a living being. Certainly, this definition also indicates the following: A regenerative process is the result of a degenerative process. Within the compass of this issue handled in a very broad framework from medicine to computer software, from urban transformation to ecology, and from science to theology, the events evolve as follows: First, the structure enters a phase of decay and corrosion, however, exactly at that moment it starts to remove some negative elements out of its body. If this process becomes successful the “new” formation settles into the degenerated tissue and the degeneration-regeneration cycle is fulfilled.
In this context, the regenerative process is open to multiple readings in art: If art history is the history of “violating the limits”, then is it possible to claim that works produced around a theme continuously dealt with might degenerate the subject matter? Does art corrupt some images? Does that structure becomes degenerated/corrupted as a result of this, but gets injected into the system with a new proposition within a degenerated process and enters a regenerative process in contrast to that? And what if an ironic state of indifference is maintained, does the structure enters a state of inability to renew itself and carries a part of its “own destruction” within itself?
Starting out with these questions, artists Yeni Anıt, Elif Çelebi, Orhan Cem Çetin, İnsel İnal, Ferhat Özgür, Çağrı Saray and Rıfat Şahiner will meet with artlovers within the scope of “Re-De Rejeneration” curated by Fırat Arapoğlu between May, 4-17, 2011 at Sanatorium. The event will include the artist talk 10 May 17:00 p.m. as a project in pursuit of Yeni Anıt by Ferhat Satıcı “Doppler Effect: 2010 Offspace Odyssey” moderated by Can Ertaş, and the 14 May 17:00 p.m. performance by Orhan Cem Çetin “Don’t Talk, I’m Busy” moderated by Guido Casaretto.
a ve b / me & ma
Fırat Arapoğlu‘nun küratörlüğünü üstlendiği, Mayıs ayı içinde, Sanatorium‘da gerçekleşecek bir etkinlik sırasında sergilenecek olan yukarıdaki fotoğrafımın başka bir versiyonundan detayı -sabredemeyip- Facebook üzerinden paylaştığımda büyük bir ilgi gördü. Ben de daha fazla beklemeden sergilenecek işi erken de olsa burada sunmak istedim. Etkinlik hakkında daha fazla bilgiyi, kesinleştiğinde duyuracağım.
Mekan, annem emekli edebiyat öğretmeni Nevin Çetin’in şu anda yaşadığı, çocukluğumun geçtiği evdir. Etkinlik Rejenerasyon / Dejenerasyon kavramları etrafında gerçekleşecek. Ben, etinden meydana geldiğim annemle yıllar sonra tekrar bu sahneyi oluşturmak istedim. Herşey bir yana, ikimiz de çok memnun kaldık!
The above photo will be exhibited during an event curated by Fırat Arpoglu, early May at Sanatorium. I shared a detail from another version at my facebook profile, which received over 100 “likes” and several warm remarks in just one day. So I decided to go ahead and post the actual image here, maybe a few weeks too early. I will announce details about the event once everything becomes clear and fixed.
The photo was taken at my mother Nevin Çetin’s home, where I spent most of my childhood. She is a retired high school teacher of Turkish literature. The event is about regeneration / degeneration. That is why I wanted to create this scene years later, with mom, out of whose flesh I was generated. The art bit aside, we enjoyed the whole process thoroughly!