Posts Tagged ‘Kitap’
gravity
gravity you are an angel
like time you make me possible
you hold me together
together you make me feel
feel attracted
attracted to an impression
an impression that i was
i was just a possibility







(2020 / For Suzan Pektaş’s photo-offering Gravity of You / 1st ed. December 2020 Istanbul / Printing: MAS / Publisher: MASA / Book and photos by Suzan Pektaş / Book concept and design: Ece Eldek)
Sen bu yazıyı okurken ben erkenden yatmış olacağım.
Seni rüyamda gördüm dün gece. Uyanınca merak ettim.
Başkalarını da gördüğüm olur rüyalarımda. Ama herkesi merak etmem. Seni merak ettim. Kafanda hiç saç yoktu. Sen benim ilkokul müdürümmüşsün. Bana küçücük bir tabağın içindeki paslı vidaları yedirmeye çalışıyordun kaşık kaşık. Oysa ben toktum ve vidaların tadı da çok fenaydı ama bir türlü cesaret edip söyleyemiyordum sana, yedirme diye. Sonra uyanınca merak ettim. Bütün bunlar ne demek? Rüyaların tersi çıkar derler. Yani senin saçın mı uzadı? Ben mi senin müdürünüm? Bugünlerde benim ağzımdan kaşık kaşık vidalar mı çıkartacaksın? Ne demek bütün bunlar?
Başka rüyalar da görüyorum. İçlerinde çok can sıkıcı olanlar var. O kadar can sıkıcı ki, uyandığımda hiçbir şey hatırlamıyorum. Geriye kala kala sıkılmış bir can kalıyor. Pis bir duygu bütün gün yakamda. Filmlerde gördüğümüz hafızasını kaybetmiş kişiler gibi. Bir ses, bir sözcük, bir işaret, aniden fren yapan bir otomobil hayal meyal görüntüler getirir gözünün önüne eski hayatından ama bir türlü işin içinden çıkamaz, daha da beter hisseder kendisini. Aynen öyle. E hani tersi çıkardı rüyanın? Öyle olsa, kendimizi bütün gün hafiflemiş, iyimser, ağrısız hissetmemiz gerekmez miydi? Ha, tersi de oluyor; şöyle ama, anlamsız bir gülümsemeyle uyanıyorsun, kahramanının sana aşırı derecede iyi davrandığı, fakat kim olduğunu –tabii ki- doğru dürüst hatırlayamadığın mutlu bir rüya finalinin ardından. Ve sonra, bütün gün düşün dur… Kimdi o? Tersi mi çıkacak? Kim bana köpek muamelesi yapacak?
Gecenin aşama aşama yaklaşması rahatlatıyor ama insanı. Zira ucunda uyku var. Ve uyku, tuhaf ama, unutmak demek. Sıfırlanmak demek. Yeni hatırlayamayışlara yer açmak demek. Şunu da düşünmeden edemiyorum, hatırlayamayacak olduktan sonra bir şeyi yaşamanın ne anlamı olabilir? Bir robottan, bir hesap makinesinden, bir sanal hayvandan ne farkın kalır? Gel gör ki, ne uykunun, ne rüyanın ne de unutmanın önüne geçilemiyor. Gece oldu mu gizli bir el basıveriyor düğmeye. Belki de uyku sırasında, daha önceki uykulara dair ve uykuya özgü farklı bir farkındalık, farklı bir hafıza devreye giriyordur. Belki de ortada bir hafıza kaybı yoktur. Tıpkı yumurtanın akı ile sarısının yanyana ama birbirine karışmadan durabilmesi gibi, aynı kabuk içinde iki ayrı hafıza vardır ve delilik de bu yumurtanın çırpılması ile yapılan bir omlettir. Kim bilir?
Alimlerin iddiasına göre, biliyorsunuz, gün boyu başımızdan geçenlerin muhasebesiymiş rüyalar. Herhalde çoook eskilerden, ateşin bulunmasından çok daha eskilerden kalmış bir alışkanlık bu. Şöyle ki; hava karardıktan sonra yapacak ne kalıyor geriye? Pek az şey. Her yer kapalı. Yani her yer karanlık, işe yaramaz, tehlikeli. Sağlam bir ağaç dalına tüneyip hayal kurmak en iyisi. Hatta kaçınılmaz. Madem bütün gece aynı dalın üzerinde, sadece hayal kurularak ve mizan çıkartılarak geçirilecek, o halde tüm sistemlerin gündüzmüş gibi var güçleriyle çalışmalarının da pek bir anlamı yok. İşte uyku bu noktada devreye giriyor. Daha doğrusu devreleri kapatıyor, kişi stand-by konumuna geçiyor. Evlerimize hapsedip kendimize benzettiğimiz hayvanları saymazsak, doğadaki canlı türlerinin çoğu hâlâ bu kurala göre yaşıyor. Gece ve uyku tam örtüşüyor. Biz ise dersinin başına bir türlü oturamayan haylaz öğrenciler gibi uykuyu geciktirdikçe geciktiriyoruz. Doğadan ders almıyoruz. Atalarımızı aklımıza getirmiyoruz. Gece ortalıkta dolaşmanın tehlikeli olduğunu unutuyoruz. Ancak gecenin “yarısı” olduğunda teslim oluyoruz uykuya. Sonra ne oluyor? Gün ağarırken, doğa görkemli bir uyanışla buhar çıkararak, ışık saçarak gerinirken, biz hâlâ hatırlayamayacağımız rüyalarımızla boğuşuyor, hiç yaşamamış ve hava karardığı andan itibaren yatağımızda geçirmiş olmamız gereken dün gecenin çetrefil muhasebesiyle uğraşıyor oluyoruz.
Sonra da akşama kadar düşünüyoruz, “Üfff, nedir içimdeki bu sıkıntı?” diye.
Bak sen!
Mayıs 2001
Yukarıdaki fotoğraf, Ofset Yapımevi için ürettiğim Bookbound serisi tanıtım fotoğraflarından biridir. Zeminde, OY tarafından basılmış olan yandaki kitabın sayfaları kullanılmıştır. Bakalım fotoğrafta kaç kadın yüzü bulabileceksiniz.
Bookbound
2 Ekim – 15 Kasım 2018 tarihleri arasında Evin Sanat Galerisi‘nde izlenen, küratörlüğünü Eda Yiğit’in yaptığı solo sergim Sahne Arkası‘nı oluşturan işleri paylaşmaya devam ediyorum.
Aşağıdaki seri, Türkiye’nin önde gelen matbaalarından Ofset Yapımevi‘nin sipariş ettiği yaratıcı bir çalışmadır. Fotoğrafların her birinde, Ofset Yapımevi’nin MoMA, Aperture, ve Magnum gibi prestijli yayıncılar için basmış olduğu kitap veya dergilerden biri kullanılarak, içeriğin ve tasarımın çağrışımları doğrultusunda oluşturulmuş mikro sahneler görülmektedir. 2015 yılında üretilmiş olan seri daha önce Frankfurt Kitap Fuarı ve ArtIstanbul Sanat Fuarı’nda görülmüştür. Sahne Arkası’nda yalnızca ilk 6 iş sergilenmiştir.
I continue to share works from my latest solo Backstage at Evin Art Gallery, curated by Eda Yiğit between 2 October – 15 November 2018)
The below series (Bookbound / 2015) is a creative project commisioned by Ofset Yapımevi, one of the leading printing companies in Turkey. In each photograph, there is a micro scene created using one of the books or magazines printed by Ofset for prestigious publishers such as MoMA, Aperture and Magnum and inspired by the content and design of the publication. Only the first 6 works have been shown at Backstage.
- Contemporary Chinese Art / Wu Hung
- Little Big Man / Koji Takiguchi
- May The Circle Remain Unbroken / Corinne Day
- Aperture 218 / Queer
- Songbook / Alec Soth
- Still Lifes, Portraits and Parts / Daniel Gordon
- Langt Fran Stockholm / J. H. Engström
- Little Big Man / Koji Takiguchi
- Mother Nature / Erik Kessels
- Matisse’s Garden / Samantha Friedman & Cristina Amodeo
- Amnesia / Perspecta 48
- Amnesia / Perspecta 48
Zift
Sevgili arkadaşım Arjen Zwart geçtiğimiz yıl Ekim ayında Zift başlığı ile bir sergi açtı ve sergi ile eşzamanlı olarak aynı adlı kitabını da tanıttı. Kitaba kısa bir önsöz yazma şansım olmuştu. Ortaformat‘ın 6. güncellemesinde Arjen’in bu çalışmasından söz edildiğini ve önsözümden alıntılar olduğunu görünce çok mutlu oldum ve yazının tamamını buraya koymayı çoktandır ihmal ettiğimi farkettim.
O halde, iyi okumalar.
My dear friend Arjen Zwart exhibited his works titled Zift last year in October. His book with the same title was also launched at the exhibition opening, for which I am proud to have written a short foreword. The other day I came across an article about the series in the e-zine ortaformat, which painfully reminded me that I have so far failed to share the foreword here.
You may now find it further below.
////
Orada Bir Şey Var
Arjen 3 yıl önce geldi ve bizle yaşamaya başladı.
Bir başkasının evine girdiğinizde, o eve özgü bir kokuyu hemen farkedersiniz. O evde yaşayanlar ise aynı kokuyu ancak uzun bir tatil dönüşünde, içeri ilk adımlarını attıklarında, belki alabileceklerdir.
Zift serisi Arjen Zwart’ın da İstanbul’un kokusunu tıpkı böyle, kısa sürede hissettiğini gösteriyor. Benim gibi 50 yılını bu kentte, bu ülkede geçirmiş bir meslektaşının zor algılayabileceği bir biçimde. Sıra bu kokuyu bize anlatmasına, göstermesine geliyor. Kara duvarları, sağır ve dilsiz devasa yüzeyleri ilk farkettikten ve görüntülemeye başladıktan sonra, bir aciliyet duygusu içinde sokaklara düştüğünü anlatıyor Arjen. İşte, bir kitabı dolduracak kadar çoklar. Kimisi gelip geçici. Tekrar tekrar yazılıp silinen karatahtalar gibi.
Bir duvarı olduğundan daha da geçirimsiz yapma gayreti. İçindekini göstermemek üzere örülmüş duvarların kendisini de görünmez yapma çabası adeta.
Burada hiçbir şey yok! diyen bir şey.
Üstelik konu fotoğraf olunca, siyahın hiçliği tersine döner. Zira fotoğraf bir indirgeme işidir.
Fotoğraf, içinde görülenler kadar görülmeyenlerle de ifade bulur. Fotoğrafçının gösterdikleri, göstermemeyi seçtiklerine kıyasla anlam kazanır. Fotoğrafı sadece ışık değil, çoğu kez gölge var eder. Bir fotoğraf baskısında siyah, orada bir şey var der.
Arjen’in Zift fotoğraflarında da, bakışımızın karşısında birer engel olarak duran karalanmış yüzeylerin zaman zaman arkaya sığınanlar tarafından aralandığını, ya bir nefes, ya bir ses, ya da bir tutam ışık için koca kalkanların delindiğini, yaralandığını görüyoruz. O insanlar belki de göründükleri ya da daha doğrusu görünmedikleri kadar da saklı, korunaklı olmak istemiyorlar.
İnsan doğası bu. Ölüsüne bile işaret koyan, bak ben hâlâ buradayım diyen insan, hayatta iken gizli saklı kalmaya ne kadar tahammül edebilir?
Gel gelelim, biz İstanbullular için giderek sıradanlaşan, kalemle çizilmiş bir kaşın gerçekten o çehreye ait zannedilmesinde olduğu gibi bir yanılsama yaratan bu karanlık suratlar, bambaşka bir kent atmosferinden gelen Arjen’in gözünden kaçmadı. O yalandan saklananlar, şimdi sobelendiler ve artık göz önündeler.
Kim bilir bir sonraki saklanıyormuş gibi yapma taktiği ne olacak.
Ve bu kez, hangi fotoğrafçı kokuyu alabilecek.
ocç / Ağustos 2011, İstanbul
////
Something is There
Arjen arrived 3 years ago and stayed with us.
As soon as you enter someone’s home, you notice a smell special to that place. Those, on the other hand, who live in that home, would probably be able to identify this very same scent only at their return after a long vacation, the moment they set foot inside.
The Zift series show that Arjen Zwart, likewise, felt the smell of İstanbul very quickly, in a way that a fellow photographer like me who has spent 50 years in this city would hardly be able to perceive. Now it is time for him to show and tell us about this smell. Arjen tells us that the moment he noticed and began photographing these black walls, these giant deaf and dumb surfaces, he was out in the streets with a sharp feeling of urgency. Well, they are plenty, enough to fill the pages of a book. Some are transient; like a blackboard you can wipe and rewrite over and over again.
An effort to make a wall even more impermeable than it already is. An effort to make the walls invisible, walls themselves erected to make their content invisible.
Something that says there is nothing here!
But when we are talking about photography, the nihility of black is inverted. Because photography is reduction.
A photograph is expressive thanks to what is visible in it as well as what is not. What the photographer has decided to show gains meaning with reference to what he/she has decided not to show. A photograph is made possible not only by light but usually by shade. Black, on a photographic print says that something is there.
Indeed, in Arjen’s Zift series, we can see that the blackened surfaces obstructing our view are sometimes made to give way by those who shelter behind , these colossal shields pierced, scarred to breath, to hear or to let in a wisp of light. These people are probably not as willing to be hidden, to be protected as they seem or in fact do not seem to be.
This is human nature. How would the human being, who even tags dead bodies, shouting out look, I am still here, be able to stand being well hidden while still alive?
However, these dark faces that create an illusion comparable to a drawn eyebrow mistaken for the real one, too familiar, almost habituated for us who dwell in İstanbul, would not go unnoticed by Arjen who arrived from a totally different urban atmosphere. Those who were in fact willing to get caught are now revealed in this game of hide-n-seek.
Who knows what the next strategy for pretending to hide will be.
And who will be the next photographer to smell it first.
ocç / August 2011, İstanbul