Posts Tagged ‘Pınar Öğünç’
Anında Unuturum
Bir zamanlar ince demir tel üzerine ses kaydı yapan “teypler” kullanıldığını, elektrikli süpürgenin öncüsünün toz torbası sırtta taşınan ve kol gücüyle çalışan bir tür “pompalı süpürge” olduğunu, fotokopi öncesinde bir belgeyi çoğaltmak için kullanılan “teksir makinesi”nin ispirto ile çalıştığını ve elinize aldığınız belgenin sizi sarhoş ettiğini, Türkiye’de satılan ilk televizyonların açma düğmesine basıldıktan yaklaşık 10 (on) dakika sonra görüntünün ekranda belirdiğini, otomobillerde müzik dinlemek için geliştirilmiş, önündeki yarıktan içeri itilen 45 devirlik plağı aynı anda çalmaya başlayan otomobil pikaplarını hatırlayanların sayısı eminim çok azdır.
Bütün bu buluşlar, bir zamanlar oldukça yaygın kullanılan, gündelik hayatın vazgeçilmez parçaları haline gelmiş aletlerken, bugün tümüyle ortadan kalkmış olmaları üzücü. Polaroid de ne yazık ki aynı kadere mahkum görünüyor. Dijital fotoğraf teknolojisinden ilk darbeyi alacağı, en temel avantajı olan “anında görüntü” özelliğini kaybettiğinde geriye pek fazla birşey kalmayacağı belli olan Polaroid kimyasal anında görüntüleme ürünleri, firmanın da ciddi işletmecilik hataları sonucunda tarihe karışıyor. Kendisi bizatihi “hatırlamaya” dair olan Polaroid fotoğrafların bundan çok da uzun olmayan bir süre sonra unutulacak olması gerçekten kabul edilir gibi değil.
Polaroid’i icat eden ABD vatandaşı Edwin Land de en azından bu veda yazısında unutulmaması gereken, oldukça sıradışı bir girişimci. İşi icat yapmak. Farklı alanlarda tam 535 tescilli buluşla, Edison’dan sonra dünyada ikinci en çok patente sahip mucit. Fotoğrafçılıkla doğrudan ilişkisi olmadığı halde, küçük kızının çekilen fotoğrafları hemen o an görmek isteyip, bunun mümkün olmadığını öğrendiğinde yaşadığı düşkırıklığına dayanamayan duyarlı baba Land, fotoğrafı oracıkta, çekildikten hemen sonra geliştirip saptayan kimyasalları ve benzersiz bir mekanik yapısı olan ilk Polaroid fotoğraf makinesini anında icat edip, 1947 yılında dünyaya tanıtmıştı. Bana kalırsa küçük kız o gün biraz daha fazla ağlasa, biraz da tepinseymiş, yufka yürekli ve zeki Edwin Land, ta o zamanlar dijital fotoğrafı da bulabilirmiş. Ah, ama o zaman ne çok şeyden, ne büyük bir kültürden yoksun olacak, üstelik neyi kaçırdığımızı da asla bilemeyecektik.
Başkalarının nezdinde neye benzediğimizi fazlasıyla merak eden bir toplumuz. Polaroid haliyle bizde de çok özel bir yer edindi kendisine; bize karışık duygular yaşattı. “Nasıl çıktım?” sorusuna gelen ivedi yanıt, bu hayati merakın çabucak giderilmesi tatmini, ne yazık ki kimi zaman şiddetli düşkırıklığı ile birleşti. Sihirli ayna, “rötuşsuz anında vesikalık” gerçeği tokat gibi yüzümüze vurabiliyor, notere, pasaport dairesine, muhtara giderken yani devletle ilişkiye girdiğimizde bir hayduta dönüştüğümüzü hiç çekinmeden ortaya döküyor, doğum günü partilerinde, tatillerde, yolculuklarda, o yükselen anlarda, arkamızdaki dekor kadar muhteşem görünmediğimizi bizden saklama nezaketini göstermiyordu. Polaroid ile “hem severim, hem döverim, hem de dayak yerim” formülü ile özetlenebilecek bir ilişki kurduk. “Anında görüntü” özelliğinden dolayı, dijital fotoğrafın Polaroid’in yerini aldığını söyledik. Bu tabii ki kısmen doğru. Dijital fotoğaftan dayak yediğimiz asla söylenemez. Aksine, yeni teknoloji elimizde tam bir şamar oğlanına dönüşmüş durumda. İtip kakıyor, orasını burasını çekiştiriyor, yüzlercesini çekip hemen sonra elimizin tersiyle siliyoruz. Kolaysa bunu Polaroid’e yap! Herşeyden önce çok pahalı bir malzeme. Sonuç hoşuna gitmese bile saygı göstermek zorundasın. Üstelik dijital gibi uçucu da değil. Olağanüstü mukavemetli. Bilmiyorum, bir Polaroid’i yırtmayı denediniz mi. Denemeyin. Zira mümkün değil. Makasla kesmeye kalkışırsanız da karşılık verir, içindeki zehiri üstünüze başınıza boşaltır.
Turistik ziyaret yerlerinin çevresinde her zaman sokak fotoğrafçıları olacak gibi görünüyor, cep telefonlarına rağmen. Ama gözlerimiz Polaroidcileri hep arayacak. Şimdilerde, omuzlarına astıkları bluetooth bağlantılı minik portatif bilgisayar yazıcıları ve alelade fotoğraf makineleri ile ayaklı ofis gibi dolaşan fotoğrafçılar görüyoruz ziyaret yerlerinde. Fazlasıyla zorlama, sıradan görünmüyorlar mı? Polaroidci başka bir şeydi. Sokağın ortasında bir dalgıç, bir itfaiyeci, bir baca temizleyicisi gibi ayrıksı duran, temkinli yaklaşmak zorunda olduğumuz birisi. Hele çekilen fotoğrafı küçük bir yelpaze gibi uzun uzun sallamaları. En çok da bu ritüeli özleyeceğiz bence. Bu gereksiz hatta sakıncalı alışkanlığın nasıl olup da tüm dünyaya yayıldığı meçhul. Firma, görüntünün boş yüzeyde yavaşça belirip koyulaşarak son halini aldığı birkaç dakikalık süre boyunca filmin rahat bırakılması, eğilip bükülmemesi gerektiğini, yüzeye kesinlikle dokunulmamasını, aksi halde görüntüde kalıcı lekeler, deformasyonlar oluşabileceğini ısrarla belirtiyor. Gel gelelim, kullanıcı yelpaze işlemini tam tersine bir zorunluluk sanıyor. Kimileri bu şekilde filmi kuruttuğunu iddia ediyor.
Polaroid anında görüntüleme ürünlerinin Türkiye’de kullanım kalitesini yükseltmekle sorumlu olduğum yıllarda, sokak fotoğrafçılarına destek vermek, sorunlarını öğrenmek, alışkanlıkları hakkında fikir sahibi olmak ve bu iş kolunda çalışanları kayıt altına alabilmek için, ulaşabildiklerimizi bir araya getirmiş, çay ve kurabiye eşliğinde uzun uzadıya dertleşmiştik. Sokak fotoğrafçısı demek, sadece ve sadece Polaroidci demekti o zamanlar. Bu insanlar, fotoğrafçılık mesleğinin en mütevazı, en az deneyim gerektiren, en küçük yatırımla, hatta kimi zaman yatırım bile yapmadan iş hayatına atılabilen kesimiydi. Cesaretten başka hiçbir meziyet gerekmiyordu. O kadar ki, birkaç yıl önce Beyazıt Meydanı’nda gözleri görmeyen (tıbbi olarak kör kabul edilen, sadece bulunduğu yerde ışık olup olmadığını algılayabilen) bir Polaroidci ile tanışmışlığım, arka planda Üniversite’nin kapısının göründüğü, hiç de fena olmayan bir fotoğraf çektirmişliğim vardır.
Tekrar sokak fotoğrafçıları için düzenlediğimiz kabul gününe dönmek istiyorum. O gün özellikle fotoğrafları sallamamaları, bunun gereksiz, üstelik sakıncalı olduğunu hatırlattığımızda, meslekdaşlarımdan biri şöyle karşılık vermişti: “Abi, bunun gereksiz olduğunu ben de biliyorum ama, fotoğrafı çektikten sonra beklememiz gereken, anlamsız birkaç dakika var. Müşteri ile karşı karşıya öylece durmamız gerekiyor. Konuşacak bir konu yok, yapacak birşey yok. Bu süreyi doldurmak, iş yapıyormuş gibi görünmek, şov yapmak gerekiyor. O yüzden de filmi sanki çok özel, ustalık gerektiren, olmazsa olmaz bir işlem yapıyormuşum gibi sallıyorum. Müşteri aldığım parayı gerçekten hak ettiğimi düşünmeli. Ne yapayım? Öyle boş boş durayım mı?”
Haklıydı galiba. O günden sonra sokak fotoğrafçılarına, sokak kültürüne dokunmamaya, işlerine karışmamaya karar vermiştim. Ne var ki Polaroid sallama geleneği kendiliğinden tarihe karışırken bize de ancak Polaroid’e el sallamak düşüyor. Bari mevcut Polaroid’ler belleğimiz kadar hızlı solmasa.

Paranoid Polaroid - http://www.hezarfen.net/paralax/039orhan.htm
negatifadam